30.06.2010

Günün Afişi


Bu kez bir film değil ama çok önemli bir şahsiyetin posteri var menüde. Richard Pryor stand-up komedyenlerin en iyilerinden biriydi. Lenny Bruce, Bill Hicks, Bill Cosby ayarında iyiydi yani. Çok da iyi bir oyuncuydu ve bir sürü iyi-kötü komedi filminde oynadı. Sağlık sorunları uzun süre peşini bırakmadı ne yazık ki. MS oldu, kalp krizi geçirdi, uyuşturucu kullandı vs. 2005 yılında 65 yaşında hayata veda etti. Yukarıda gördüğünüz Thank you. Good evening. Hope I'm funny. başlıklı posterse Ken Taylor imzasını taşıyor ve mondotees'de satılıyor.

Günün Filmi: Collapse




Bu belgesel filmi tesadüfen bulup izledim. Herhangi bir festivale getirilmemiş olmasına da şaşırdım açıkçası. Zira ticari gösterime girecek bir film değil ne yazık ki. Belki televizyonlarda izlenebilir, bilemiyorum. Collapse kimilerine göre komplo teorisyeni, kimilerine göreyse kahin olarak kabul edilen Michael Ruppert ile yapılmış uzun bir röportaj aslında. 80 dakika boyunca neredeyse hiç durmadan konuşan Ruppert enerjiden tutun da para politikalarına; CIA'in uyuşturucu kaçakçılığından kıyamet senaryolarına birçok konuda görüşlerini sıralıyor. Üstelik anlıyoruz ki bunu aslında çok uzun bir süredir yapıyor Ruppert. Şu anda halen içinde bulunduğumuz ekonomik krizi 2005 yılında öngördüğünü, petrole dair bağımlılığımız üzerinde ise 2001'den beri kafa yorduğunu anlatıyor. Söyledikleri yer yer çok korkutucu bana sorarsanız. Petrolün yerini alabilecek hiçbir enerji kaynağı olmadığını söylüyor ki, bir hayli endişe verici bir tez. Yatırım yapmak istiyorsanız sadece altın alın diyor mesela. Ya da gerçek tohum stoklayın, organik tohum diyor. Velhasıl, izlemenizi tavsiye derim. İyi kotarılmış, hiç sıkmayan, aksine aklınızda kalan bir film Collapse. Michael Ruppert'in hali ise anlattığı manzara kadar kötü neredeyse bugün. Zaten filmin yönetmeni Chris Smith de bir basın toplantısında "Ruppert'ın endüstriyel uygarlığın çöküşüne dair takıntısının onu nasıl çöküşe sürüklediğini göstermek istedim. Son tahlilde bu film, takıntının ele geçirdiği bir karakterin analizi" demiş.

Scorsese sette



Martin Scorsese yeni filmi Hugo Cabret'nin çekimlerine Londra'da başladı. Taxi Driver'dan beri hak ettiği Oscar'ı, çok da parlak bir film sayılmayacak ( eski filmleriyle kıyaslıyorum elbette ) The Departed ile alan usta yönetmen her filmini merakla beklediğim isimlerden biri. Her ne kadar eski filmleri daha saülam olsa da. Brian Selznick'in The Invention of Hugo Cabret adlı romanını beyazperdeye uyarlayan Scorsese 3 boyutlu olarak çektiği filmde başlıca rolleri Sacha Baron Cohen, Ben Kingsley, Asa Butterfield, Chloe Moretz, Ray Winstone ve Jude Law'a vermiş. İçinde yüzlerce illüstrasyon da olan roman sinemanın ilk büyük ustalarından Georges Melies'in hikayesini anlatıyor. Doğrusu romanı okumadığımı ama çok merak ettiğimi söylemek isterim. Filmi izlemeden romanı okuyacağım bu gidişle. Öte yandan film sanki Scorsese'den çok Tim Burton'a yakışacakmış gibi duruyor. Ya da Terry Gilliam'a. Ya da Jean Pierre Jeunet'ye hatta.

Klasik Afiş



Bu da Devamlılık Hatası'nın 2. yıl yeniliği olsun. Sizin için seçtiğim ilk Klasik Afiş de 1924 tarihli sessiz film America'nın afişi oldu. D. W. Griffith'in çektiği America yazar Robert W. Chambers'ın The Reckoning adlı romanından uyarlanmış. Griffith malum son derece milliyetçi bir sinemacıdır. Burada da yine bağımsızlık savaşı sırasında geçöen bir aşk hikayesi anlatıyor. Bütçesi bir milyon doları aşan filmin izleyiciye çok da ulaşamadığı, bunda da filmde gösterilen sömürgecilerle İngilizlerin kolay kolay ayrıştırılamamasının ( çünkü hepsi İngiliz kökenli aslında ) payı olduğu söyleniyor. Eleştirmenlerin de orta karar bulduğu filmin, ilginçtir, DVD'sini bulmak mümkün. Amazon'dan tabii.

29.06.2010

"1284" nedir dersiniz?



1284 Pele hakkında çekilmiş bir kısa film. Yapımcısı da Brezilyalı usta sinemacı Fernando Meirelles. Luciano Moura ve Nando Olival'ın birlikte yönettiği 1284, Pele'nin "Hayatımı yeniden yaşama imkanım olsaydı, attığım son golün Brezilya formasıyla olmasını isterdim" cümlesi üzerine kurgulanmış. Telekom şirketi Vivo'nun Dünya Kupası spotu olarak televizyonlarda dönen film Pele'nin attığı son golü usta futbolcuya yeniden yaşatıyor ve Pele bu kez aynı golü Arjantin takımına atıyor. Hem de 70 yaşında. Ben uzun uğraşlar sonunda youtube'a girdim ( Bakan Binali bey duymasın ) ve filmi izledim. 70 yaşında yeniden Brezilya formasını sırtına geçiren Pele Arjantin'e karşı sahaya çıkıyor ve gol atmak üzere fırsat kolluyor. Önce bir frikik atıyor ve top direkten dönüyor. Sonra bir kafa atıyor, o da az farkla kaçıyor. Derken sert bir faulle sakatlanıp oyun dışına çıkıyor. Ama ikinci yarı yeniden giriyor ve... sonunu söylememyim de bari siz izleyin. Hiç fena değil. 1284'ün ne olduğunu da anladınız tabii değil mi? Pele'nin kariyeri boyunca attığı gol sayısı.

Spike Lee'yi özleyenlere



Ben özledim mesela. Gerçi belgesel filmleri de çok güçlü gerçekten ama kurmaca bir Spike Lee joint her zaman iş yapar bizim mahallede ( yani evde demek istedim aslında, maksat jargon olsun ). Üretkenlik konusunda Woody Allen ile yarışacak kadar faal bir sinemacı olan Spike Lee şu sıralar Nagasaki Deadline adında bir film üzerinde çalışıyor. 2008 tarihli Miracle In St. Anna'dan bu yana sadece belgesel filmlere ( Kobe Doin' Work ve When The Levees Broke'un devamı ) vakit ayıran Lee iki yıl aradan sonra başladığı ilk kurmaca filminde bir terörist saldırıyı önlemek üzere zamanla yarışan bir FBI'nın başından geçenleri anlatıyor. Ben tabii ki Do The Right Thing ve diğer ilk dönem Lee filmlerini daha çok sevmekle birlikte Inside Man ya da 25th Hour gibi yeni dönem filmlerinin fena bulmam. O yüzden merakla bekliyorum. Tabii oyuncular falan belli değil henüz.

Günün Afişi



Bu kez bir festival afişi seçtim. Tesadüfen buldum bu afişi ve böyle bir festival olduğunu da bilmiyordum doğrusu. Afiş güzel, festival de, en azından fikren iyi gözüküyor. Underground filmler festivali, ilginçmiş doğrusu.

28.06.2010

Bu film bu bütçeyi çıkarabilecek mi?



Bu film dediğim ( fotoğraftan da anladınız herhalde) The Last Airbender elbette. 150 milyon dolarlık yapım bütçesine sahip olan filmin tanıtım bütçesinin de neredeyse o kadar ( tam olarak 130 milyon dolar ) olduğunu öğrenince aklıma başlıktaki soru geldi ister istemez. Daha film gösterime çıkmadan Paramount'un cebinden 280 milyon dolar çıkmış olacak. Üstelik gişe garantisi olabilecek bir yıldız da yok kadroda. Dev Patel en tanınmış isim, ki onu da kaç kişi tanır bilinmez. Yani film M. Night Shyamalan'ın adına ve The Last Airbender'ın televizyondan kalan şöhretine dayanıyor. Üstelik bunu bir de üçleme yapmak istiyorlar, düşünün. Film önümüzdeki ay içinde vizyona çıkıyor. Göreceğiz bakalım gişe performansını. Bu kadar para harcadıklarına göre güvendikleri bir şey vardır diye düşünüyorum şahsen, ama filmi izlemeye gideceğimi de hiç sanmıyorum.

Nick Cave ve televizyon mu dediniz?



Evet aynen öyle dedim. Rock dünyasının nadide isimlerinden Nick Cave bir süredir romancı kimliğiyle de adından söz ettiriyor biliyorsunuz. Bilmeyenler için hemen özetleyelim, Cave'in edebiyat kariyeri 1988 yılında bastırdığı King Ink adlı kitapla başlıyor. Bu kitapta şarkı sözlerinin yanı sıra yazdığı bazı piyesleri de hayranlarıyla paylaşan Cave 1997'de içinde yine şarkı sözlerinin, şiirlerin ve yadığı kimi denemelerin bulunduğu King Ink 2'yi yayınlıyor. Bu arada 1989 yılında ilk romanı ( ki bir hayli meşhur bir eserdir ) And The Ass Saw The Angel'ı piyasaya çıkarıyor. Cave'in ikinci romanıysa 2009 yılında geliyor: The Death Of Bunny Munro. Kitabın dilimize de çevrilmiş olduğunu ( Bunny Munro'nun Ölümü adıyla ve Siren Yayınları etiketiyle ) belirteyim hemen. Uzatmayalım, kitap aslında Cave'in yazmaya başladığı bir senryoyken romana dönüşmüş. İlk romanı kadar beğenildiğini söyleyemem ( okumadığım için ikinci elden konuşuyorum ) ama televizyona adapte edilmekte olduğunu söyleyebilirim. Gerçi henüz anlaşılmış bir kanal ve yönetmen yok anladığım kadarıyla am Nick Cave BBC ya da Channel 4 olması için uğraştığını söylüyor. Mini dizinin başrolünü ise Ray Winstone oynayabilir, çok istiyormuş zira ( yine Nick Cave'in yalancısıyım ).

25.06.2010

Günün Afişi



1969 yılında olan Stonewall isyanını anlatan Stonewall Uprising adlı film bizde herhalde gösterilmeyecek. Belki festivalde. 28 Haziran 1969'da New York'taki Stonewall hanının polisler tarafından basılmasıyla başlayan olayları anlatan belgesel film eşcinsellere yönelik şiddetin de çarpıcı bir portresi aynı zamanda. Baskından sonraki günlerde düzenlenen gösteri ve yürüyüşler sonradan Gay Pride günlerine dönüşmüş.

İlle de rekor isteyenlere



Herşey rekor günümüzde netekim. Daha "tenis tarihinin en uzun maçı"nın ( ki 11 saat 5 dakika sürdü, cidden acayip bir rekor ) yankıları dinmeden yeni bir rekor haberi geldi. Efendim, bundan bir iki ay önce salonlara çıkan Prince of Persia adlı film şimdiye kadar bir bilgisayar oyunundan yapılan en karlı uyarlama olmuş. Rekorsa rekor. Biraz da detay vereyim: filmin hasılatı şu anda 300 milyon dolar barajını geçmek üzere. Bundan önceki rekorsa 2001 yılında gösterime çıkan ve 274 milyon dolarlık hasılat yapan Lara Croft: Tomb Raider'a aitmiş. Öte yandan filmin hasılatı yine de umulanın altında hala. Özellikle ABD hasılatının 85 milyon dolar civarında kalması ciddi bir hayal kırıklığı olsa gerek.

Tom Cruise'dan hayal kırıklığı



Hayal kırıklığının anlamı şudur: filmi iyi gişe yapmadı. Şöyle ki, geçtiğimiz Çarşamba günü ( 2 gün önce ) ABD'de vizyona çıkan Knight And Day adlı son Tom Cruise filmi topu topu 3,8 milyon dolar hasılat yaptı ve filmden büyük gişe bekleyen yapımcıları üzdü. Filmin yönetmeni James Mangold bu arada ve diğer başrode Cameron Diaz var. Yani elbette bu başarısızlıkta onların da payı var ama Tom Cruise adı o kadar büyük ki, burada fatura doğrudan ona kesilir maalesef. Bu tip blockbuster iddiası olan filmlerde açılış çok önemlidir malum, zira genel olarak grafik açılıştan sonra aşağı doğru gider. Yani film için şimdiden battı yorumunu yapmak çok da yanlış olmaz. Geçmiş olsun, ne diyelim.

Kamera önünden ve arkasından Inception



30 Temmuz'dan itibaren izleme fırsatı bulacağımız Inception'ın yeni fotoğrafları düştü internete. Sıcak sıcak paylaşayım istedim.



Son durum: The Hobbit



The Hobbit'in daha uzun süre bitmeyeceğini ve bize bol bol malzeme vereceğini daha önce de söylemiştim. Nitekim öyle oluyor. En son Neill Blomkamp'in filmi yönetme ihtimalinini belirdiğini yazmış ama ihtiyatlı olmak gerektiğini söylemiştim hatırlarsanız. Bugün aldığım bir haber ihtiyatlı davranmak konusunda ne kadar haklı olduğumu gösterdi. Blomkamp'in The Hobbit'i yönetme rüyası ( bu rüya Blomkamp'ten çok başkalarına aitti gerçi ) çabuk bitti. Genç sinemacı sanıldığını aksine Orta Dünya'dan gitgide uzaklaşıyor ve kendi yazdığı Elysium adlı senaryoyu çekmeye hazırlanıyor. Filmle ilgili fazla bir bilgi yok ama başka bir gezegende geçtiğini söyleyebilirim.

23.06.2010

Batı cephesinde yeni birşey olabilir mi?



Görünüşe bakılırsa olabilir. Erich Maria Remarque'ın klasik romanı Batı Cephesinde Yeni Birşey Yok ( All Quiet On The Western Front ) 1930 yılında sinemaya uyarlanmış ve beyazperdenin unutulmaz savaş-karşıtı filmlerinden biri olarak tarihe geçmişti. 1. Dünya Savaşı'nı anlatan ve 2 Oscar ( En İyi Film ve Yönetmen ) kazanan film 1979 yılında bir kez daha çekilmiş ama ilkinin başarısına ulaşamamıştı. Şimdi bir kez daha çekiliyor. Daha doğrusu çekilecek. Başroldeki isimlerden birisi de Harry Potter'ın bizzat kendisi yani, Daniel Radcliffe olacak. Zamanında Lewis Milestone'a Oscar getiren rejisörlük görevini bu kez kimin üstleneceği belli değil ama yeni uyarlamayı Ian Stokell ve Lesley Paterson'ın kaleme aldığını söyleyebilirim.

Devamlılık Hatası 1 yaşında!

Evet sevgili dostlar, Devamlılık Hatası yayın hayatına bundan tam bir yıl önce başlamıştı. Ne çabuk geçmiş değil mi? Şöyle bir geriye dönüp baktım da, nasıl geçmiş bu yıl, neler yapmışım, neleri yapamamışım diye, şunu farkettim, istediğim kadar üretken olamamışım mesela. Bir yıllık süre içinde toplam 577 haber ( ya da yorum, kritik vs ) girmişim sadece. Yani günde 2 tane bile değil aslında. Haftasonları hemen hiç ilgilenmemişim, ki çok da doğru değil belki ama kendime vakit ayırmak için yaptım bunu. Daha çok güncel film izleyip, daha çok kritik yapmam gerekirken eski filmlere çok takılmışım. Ama siz de kabul edersiniz ki eskiler daha güzeldi. En büyük eksikliğim ise özel röportajlar olmuş. NTV için röportaj yaptığımda kısa bir bölümünü muhakkak girmişim hep ama sırf Devamlılık Hatası için röportaj yapmamışım. Demek ki ikinci yılda hedefim bu olacak. Bir de Günün Afişi dışında yarattığım köşe başlıklarının hiçbirini istikrarlı olarak sürdürmemişim. Hep uzun aralar vererek hem kendimi hem de takipçileri soğutmuşum. Buna da dikkat edilecek artık ( inşallah!). Velhasıl, çabucak geçen, keyifli bir yıl olmuş. Hepimiz adına "Doğumgünün kutlu olsun Devamlılık Hatası" diyorum ve kaldığım yerden devam ediyorum.

22.06.2010

Son durum: The Rum Diary



Hunter S. Thompson'dan uyarlanan The Rum Diary 24 Eylül'de vizyona çıkacak. Thompson'ın aynı adlı yarı otobiyografik romanının beyazperde uyarlamasında başrolü Johnny Depp üstleniyor. Ama zaten bu sayfanın müdavimleri bunu biliyordur. Bilmedikleri şey ise belki setten sızan şu yeni fotoğraflar olabilir. Bruce Robinson'ın yönettiği filmin oyuncuları arasında Aaron Eckhart ve Amber Heard de yer alıyor.

Jaws'un kamera arkasından özel ve güzel fotoğraflar





Spielberg ne kadar da gençmiş değil mi? Merak edenlere söyleyeyim, daha 30'unda bile değildi bu fotoğraflar çekildiğinde. Jaws'un 35. yılı şerefine koyfum bunları buraya. Daha önce de çok söylemişimdir, film hiç fena değildir ama 70'lerin "baba" filmlerinin, o güzelim günlerin de sonunu hazırlamıştır bir yandan. Herneyse, 35 yıl geçmiş işte aradan, daha ne söyleyeyim?


Günün Afişi



Steven Spielberg'ün insanları denizden soğutan filmi Jaws bundan 35 yıl önce vizyona girmişti. 20 Haziran 1975'de gösterime çıkan film 70'li yılların en büyük gişe başarılarından birine imza atacak ve blockbuster çağını başlatacaktı. Yukarıda Jaws'un ilk afişlerinden birini görüyorsunuz. Filmin yanında o günlerin diğer ilanları da var bu arada. Roman Polanski'nin Macbeth'ine özellikle dikkatinizi çekerim. Yanında bir de x-rated ( yani yetişkinlere göre ) film daha gösteriliyormuş!

21.06.2010

Günün Afişi



Aaron Sorkin'in yazdığı, David Fincher'in yönettiği Facebook filmi The Social Network merakla beklediğim filmlerden. Yukarıda gördüğünüz gibi afişi çıktı nihayet. Filmin vizyon tarihi ise 15 Ekim.

Son durum: The Hobbit



Şurası bir gerçek ki, The Hobbit ile ilgili "son durum" asla bitmez. Filmin çekileceğine dair de pek bir umudum kalmadı artık ama "hadi bakalım" diyorum içimden. Uzuuun zamandır çekileceği söylenen ama bir türlü başlayamayan The Hobbit için şimdi de Neill Blomkamp'e geri dönülmüş. Blomkamp bilndiği gibi District 9 ile takdirimiz kazanmış bir yetenek. Ayrıca Peter Jackson'ın da sevdiği, koruduğu, desteklediği bir sinemacı. Güney Afrikalı yönetmenin adı daha önce de The Hobbit için düşünülmüş ama sonra olmamıştı. Şİmdi yeniden Blomkamp'a dönülmüş durumda. Tabii filmin gerçekten çekileceğine inanacak olursak! Bu arada şunu da belirteyim, Blomkamp büyük bir ihtimalle ikinci bilim-kurgu filmini çekecek önce. Haklı olarak. The Hobbit'i bekleyerek yıllarını çöpe atabilir zira. Bu konuda kesin karar önümüzdeki ay düzenlenecek Comic-Con'da açıklanacak gibi görünüyor.

Oyuncakların zafer haftası



Kriz endişesinin hakim olduğu Hollywood'da yüzlerin güldüğü bir haftasonu oldu. Toy Story 3 bugüne kadar bir Pixar filminin yaptığı en iyi açılışı yaptı ve 109 milyon dolar hasılat topladı. ABD'de 4028 salonda gösterime giren ve 3 boyutlu olarak oynatılan filmin tahmini geliri bu. Yani gerçek hasılat daha az ya da daha çok çıkabilir ama şimdilik işler tıkırında görünüyor. Haftanın ikincisi Karate Kid'in 10 günlük hasıltaının 106 milyon dolar olduğunu düşünürseniz Toy Story'nin performansını daha iyi takdir edebilirsiniz. 2004'te vizyona giren The Incredibles'ın 70 milyon dolarlık hasılatı Toy Story 3'ten önceki en iyi Pixar açılışıydı. Öte yandan Shrek 3 hala gelmiş geçmiş en iyi animasyon açılışı rekorunu elinde tutuyor. Film ilk üç gününde tam 121 milyon dolar hasılat yapmıştı, 2007'de.

18.06.2010

Son durum: Eastwood'un J. Edgar Hoover filmi



Nisan ayında Clint Eastwood'un yeni filmi için Leonardo DiCaprio'nun kulis çevirdiğini yazmış ve ünlü aktörün J. Edgar Hoover'ı canlandırma arzusunda olduğunu duyurmuştum. Umarım unutmadınız. Şimdi, bu konu kesinlik kazandı ve DiCaprio rolü kaptı. Resmi açıklama bu yönde en azından. Son dakikada bir değişiklik olur mu bilemem. FBI'ın kötü şöhretli eski patronu J. Edgar Hoover'ın hayatını anlatacak filmin senaryosunu Milk'i de yazan Dustin Lance Black kaleme aldı.

17.06.2010

Son durum: Logan's Run



Bilim kurgu sinemasının kült filmlerinden Logan's Run'ın bir yeniden çevriminin planlandığını daha önce duyurmuştum. Yönetmenliğini Carl Rinsch'in üstleneceği filmle ilgili yeni detaylar gelmeye başladı. Son aldığım habere göre filmin yapımcıları Joel Silver ve Akiva Goldsman senaryoyu kaleme alması için yazar Alex Garland ile pazarlığa girişmişler. Henüz anlaşma sağlanmadığı için kesin bir şey söyleyemiyorum ama 28 Days Later'ın senaristi Garland fena bir seçim değil gibi geldi bana.

16.06.2010

Pete Docter'a bir Oscar da bunun için verilsin


Hayatımda hiç ünlü bir şahsa mektup yazmadım doğrusu ama yazanlar vardır ve hiç de yadırgamam ( manyaklık derecesine vardırıp, işin dozunu kaçırmadıkları sürece tabii ). İstanbul'da konser vermeye gelen nice müzisyene plak imzalatmışımdır mesela, hiç utanmadan. Öte yandan ünlülere yazılan mektuplar da çoğu zaman o ünlüye ulaşmıyor zaten ve menejerleri tarafından yanıtlanıyor, kuru bir şekilde. En fazla bir tane imzalı bir fotoğraf yollayarak konuyu kapatıyorlar çoğunlukla. Ama Pete Docter'a yazılan bir mektupta işler hiç de öyle gelişmemiş. 2008 yılında Docter'a bir mektup yazan ve imzalı fotoğraf isteyen ( Pete Docter'dan da niye fotoğraf istenirse ) Adam adlı genç aylar sonra Docter'dan bir fotoğraf değil ama ilginç bir mektup almış. Doğrusu pek hoşuma gitti Docter'ın mektubu ve sizinle de paylaşmak istedim.

Bir transfer de televizyondan sinemaya



Ama bu sefer bir oyuncudan değil de bir diziden bahsediyoruz. 80'li yılların sevilen dizilerinden The Equalizer yakın bir gelecekte ( ne zaman olacağını kimse bilmiyor ) sinemaya uyarlanacak. Başrolünü de Russell Crowe üstlenecek. İşin doğrusu ben diziyi hiç izlemedim ama anladığım kadarıyla A Takımı'nın biraz daha klas ve tarz sahibi olan bir versiyonu gibiymiş. Crowe dizide Edward Woodward'un oynadığı rolü devralacak ama henüz ortada bir senaryo bile olmadığı için ben biraz şüpheyle yaklaşmak gerektiği fikrindeyim. Olursa ne ala tabii.

Televizyona yeni bir transfer mi?



Transferi söz konusu olan kişi Kevin Spacey. Meraklısı hatırlayacaktır, Kevin Spacey Oscarlı bir sinema yıldızı olarak tüm dünyada tanınmadan yıllar önce adını ilk kez bir televizyon dizisinde duyurmuştu. Wiseguy'ı hatırlayan var mı? Hani şı odundan aktöre dönüştürülmüş Ken Wahl'ın başrolünü oynadığı dizi. İşte o dizideki rolüyle dikkatleri üzerine çeken Spacey kısa sürede sinemada kariyer yapmış ve bir daha da küçük ekrana dönmemişti. Bir süre önce Londra'daki Old Vic tiyatrosunu satın alan ünlü aktör vaktinin büyük bir kısmını da Londra'da geçirmeye başladı. Bugün okuduğum bir habere göre Kevin Spacey çok yakında televizyona geri dönebilirmiş. Showtime'ın yeni dizilerinden The Crux'da esrarangiz bir tarikat liderini canlandıracağı ileri sürülen aktör böylece uzun bir süre sonra ilk kez televizyonda boy gösterecek.

14.06.2010

Günün Afişi



Yine Mondo'dan bir afiş var bugün: The Wolfman. Daniel Danger imzalı bu aifşin dolunayı yansıtan renklerine bayıldım en çok.

Nadir bir fotoğraf



Brad
Pitt'i herkes hemen tanıdı elbette ama yanındaki şahsı ancak sinema dünyasının çok içinde olan meraklılar çıkarabilmiştir. Pitt'in yanında gördüğünüz saçları dökülmüş şahıs, Hollywood'un en gizemli yönetmenlerinden Terrence Malick'ten başkası değil. İlginç, ama kimi soru işaretlerini de beraberinde getiren bir fotoğraf bu. Birincisi bu fotoğrafı çeken amatör bir sinemasever, gazeteci falan değil. İkincisi, çok benzemesine rağmen, fotoğraftakinin Malick olduğundan şüphelenenler var. Üçüncüsü, Malick'in elinde tuttuğu dosya/defter benzeri şeyin bir senaryo olup olmadığı sorusu ( ve eğer öyleyse yeni bir filme mi yoksa Tree Of Life'a mı ait olduğu sorusu ) akılları meşgul ediyor. Ve tabii ki son soru, bu ikili birlikte ne yapıyor? Bir filmde mi çalışacaklar, yoksa Pitt'in daha önce de ortada dolaşan, Tree Of Life'a sesiyle katkıda bulunacağı söylentisi doğru mu? Tüm sorular bir yana, bu fotoğraf tek başına bile ilginç doğrusu.

Para hırsı kötü bir şey, anlayın artık!



Yukarıdaki uyarıyı Twilight tayfasına yaptım ama okuyup, anlayacaklarını hiç sanmıyorum ( nedense ). Peki neden bu uyarıyı yaptım derseniz, Twilight Saga ( Alacakaralık Efsanesi diye de biliniyor ) adlı popüler serinin son halkası, yani Breaking Dawn ( Şafak Vakti yanlış hatırlamıyorsam ), önceki filmlerin aksine bir değil iki bölüm halinde salonlara çıkacakmış. Benzer bir uygulama Harry Potter serisinde de uygulanıyor bildiğiniz gibi. Bundaki tek amaç da daha çok gişe geliri toparlamak. Altın yumurtlayan tavuk ölecek ya, bari olabildiğince çok yararlanalım kafası işte. İlk iki filmi sinemada değil de, DVD'de izlemiş biri olarak ( bir değil iki kez şans vermişim yani ), vampir mevzusunu sevsem de gelecek Alacakaranlık filmlerini izlemeyeceğimi yani bu taktiğin bana işlemeyeceğini bildirmek isterim. Bu arada meraklısına bir not, her iki filmi de yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Bill Condon ( Dreamgirls ) yönetecek.

Son durum: Spider-Man



Malum olunduğu üzre Tobey Maguire'ın ardından geniş çaplı bir arama başlatılmış ve yeni Spider-Man filminde Peter Parker'ı oynayacak oyuncunun kim olacağı, kim olması gerektiği tartışmaları dört bir yanı sarmıştı. Havada uçuşan isimler bir süre sonra belli oyuncularla sınırlanmıştı gerçi ama şimdi o listeye iki yeni isim daha eklendi. Şimdiye kadar telaffuz edilen isimler arasında Jamie Bell, Josh Hutcherson, Andrew Garfield ve Frank Dillane öne çıkan oyunculardı. Son eklenen iki isimse Kick-Ass ve Nowhere Boy ( John Lennon'ı canlandrımıştı bu filmde ) gibi filmlerin başrol oyuncu Aaron Johnson ile Hollywood'un masum yüzlü genç yıldızlarından Anton Yelchin oldu. 3 boyutlu bir reboot olacağı açıklanan filmi Marc Webb yönetecek.

10.06.2010

Günün Afişi


Yukarıda piyasanın en havalı poster ve tişörtlerinden bazılarını yapan Mondo kökenli bir afiş görüyorsunuz. Mondo'yu ziyaret etmenizi tavsiye ederim bu arada. Ben çok tutkunu olmasam da Star Trek'in bu afişini pek beğendim.

Son durum: The Bourne Legacy



Böylelikle filmin adının da belli olduğunu anlamış oldunuz. Bourne serisinin 4. filmi bundan böyle The Bourne Legacy adıyla anılıyor. Filmi yazacak kişi ise serinin yabancısı değil: Tony Gilroy. Önceki Bourne filmlerinin de senaristi olan Tony Gilroy'un adı muhtemel yönetmen adayları arasında da geçiyordu aslında ama bu konuda henüz bir karar verilebilmiş değil anlaşılan. Daha önce ancak Greengrass yönetirse yeniden Bourne rolünü üstlenebileceğini açıklayan Matt Damon'ın durumu da net değil anlaşılacağı gibi. Hayırlısı.

9.06.2010

Hollywood paniğin eşiğinde



Hollywood'da panik doğrudan doğruya gişeyle ilgilidir elbette. Büyük stüdyolar en iddialı filmlerini ya Noel tatilinde ya da yaz aylarında, örneğin 4 Temmuz'da ya da Memorial Day gibi zamanlarda vizyona sokarlar. Şimdiye kadar vizyona giren gişe canavarlarından sadece Iron Man 2 beklendiği gibi iyi bir hasılat topladı. Tim Burton'ın 1 milyar dolar barajını geçen filmi Alice In Wonderland ise herhalde yılın en büyük sürprizini yaptı. Öte yandan Robin Hood, Shrek, Prince of Persia, Sex and the City 2 gibi filmler hep beklentilerin altında kaldı. Memorial Day'in eklenmesiyle birlikte uzayan haftasonu ise tam bir felaketti ABD gişelerinde. Son 20 yılın en kötü Memorial Day performansı olduğu söyleniyor hatta. Şimdi herkes Haziran sonunda vizyona girecek yeni Twilight filmiyle 16 Temmuz'da vizyona girecek Inception'ı bekliyor. Eğer onlar da beklentilerin altında kalırsa işler bir hayli karışabilir. Aslında keşke karışsa da şu blockbuster sığlığından kurtulsak artık.

Inception'ı beklerken



Ülkemizde 30 Temmuz'da Başlangıç adıyla vizyona girecek olan Inception ya yılın en heyecan verici filmi olacak ya da en büyük hayal kırıklığı. Gönlüm elbette ilkinden yana. Filmin etrafına örülen müthiş sır perdesi de minik minik ve muhtemelen yanıltıcı çatlaklar dışında sapasağlam duruyor. Bu arada belli aralıklarla filmle ilgili yeni yeni malzemeler sunuluyor basına. Bunların en yenisi de 4 adet banner oldu. bakalım hoşunuza gidecek mi?